Gül Nida
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Gül Nida

Gülnida
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Arkadaşlar,

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
aynurr




Mesaj Sayısı : 10
Kayıt tarihi : 20/03/09

Arkadaşlar, Empty
MesajKonu: Arkadaşlar,   Arkadaşlar, Icon_minitimePerş. Mayıs 07, 2009 2:54 pm

Arkadaşlar,
Şimdi size çok önemli bir bilgi veriyorum. Lütfen yazdıklarımı çok iyi okuyup anlamaya çalışın. Ama hemen öncesinde önemli bir girizgah yaparak bazı konuları açıklığa kavuşturmak istiyorum.




İnsanlar zannediyor ki, yaşayıp deneyimlemek demek, kalp gözünün açık olması demek, beş duyu dışı deneyimler ve olağanüstü şeyler yaşamaktır. Bunların beden tabiatını kontrol altına alan herkesin yaşayabileceğini bilmeksizin. Aynı şeyi Hz. Rasulullah için de iddia ettiler. Dediler ki Musa denizleri yardı, İsa kör ve abraşı iyi etti. Hani senin kerametlerin. İlmin en büyük keramet ve kalp gözü açıklığı olduğunu bilmeksizin. Sistemi gerçeği ile okuyabilmek, isabetli sonuçlara ulaşmak, ancak akl-ı külle dokunan bir zihin ile olabilir. Bu da kalp gözünün açık olduğunun alametidir. Ama kalp gözü açık deyince, öbür boyutları görmek sandılar. Oysa, bunlar açığa çıkan isimlerle alakalı birer aşamadır. Yani kişinin kalp gözünün açılması da aşama aşamadır. Bir aşamasında OKU'rsun, bir ileriki aşamada okuduklarını açıkça müşahade edersin. Örneğin Hz. Rasulullah Hira'da OKU'duklarını, miraçta açıkça müşahade etti. Eğer Hira'da bunları açıkça müşahade etseydi, miraç hiç olmazdı ve O'nu da hayrete düşürmezdi. Miraç OKU'duklarına şahadet içindir. OKU'duğu mana suretlerini bizatihi suretlenmiş olarak seyretti. Bilmediğini görmedi, bildiğini BASİR ile gördü sadece.. Bu aşamalar sizlerde de olacaktır.



Gelelim sadede... Senelerdir ilmi görüşlerimi açıklarım, iddiasız bir biçimde.. Öylesine okuyup gerçeler. En iyi ihtimalle "Akıllı (veya zeki) kadın, güzel düşünmüş" derler, ama çok da önemsenmez. İMAN edilesi değilim kimsenin gözünde.. Çünkü iddiam olmadı ve daha da önemlisi kendimle ilgili "kalp gözüm açık" gibi bir imada bulunmadım. Çünkü iddiaları sevmem, iddia sahibi olmak için Rasul ya da nebi olmak gerekir. Yoksa hiç kimse diğer kimseleri OKU'duklarına inandırmak zorunda değildir. Ama bugün size çok çok önemli bir bilgi vereceğim, umarım bunun önemi anlaşılır. Takdiri önemini idrak edenlere bırakıyorum.



Yaptıklarımızın sonuçlarını aldığımız bir sistem içinde yaşadığımızı biliyorsunuz. İslam dinine iman edip de bunu bilmeyen yoktur. Ancak, normalde sistem şöyle çalışır:



Dünya amel yeridir, ahiret sonuç yeridir. Sistem ağırlıklı olarak normalde böyle çalışır. İster buna inanın, ister inanmayın böyle çalışır. Şimdi söyleyeceğime çok dikkat edin! Çok önemli bir bilgi veriyorum, ama sizi ürkütmek de istemiyorum. Allah'ım cümleye hazmını ihsan etsin. Arkadaşlar, bu konudaki ilahi bilgilendirmeye iman ettiğiniz takdirde, bir nevi odaklanıp amel defterinizi talep etmiş oluyorsunuz. DİKKAT! Yani, ilahi bilgilendirme ile amel defterinize odaklanıyorsunuz ve önünüze geliyor ve başlıyor hesabınız görülmeye... Neden odaklanıyorsunuz? İNANDIĞINIZ için.. Peki inanmasanız gelmeyecek mi? Hayııır, kurtuluş yok.. Gelecek, ama zorunlu odaklanma halinde gelecek, yani ahirette... Mahşer gününde... O zaman ister inanın ister inanmayın o defter önünüze gelecek... O alem bilginin, kudretin, imanın, amel ve ibadetlerin hiç bir anlamı olmadığı bir alem.. Orada bir şeye inanmanız veya inanmamanız hiç bir şey değiştirmez. O alemde zerre kadar hükmünüz olmayacak, tam teslimiyet halinde olacaksınız. Verilen tüm melekeler, kudret dahi elinizden alınacak (cennete girene dek, eğer salihlerden iseniz).. Şakir Yıldız'da çok kereler size bunu anlatmaya çalıştı. Dedi ki dikkat edin, ya burada kendiniz teslimiyeti seçersiniz (gerçi bu da takdir, burada dahi seçme şansımız yok, sadece varmış gibi bir aldanış var), ya da orada bu aldanış da kalkacak ve tüm melekler de alınacak ve zorunlu teslimiyeti yaşayacaksınız. Ne ettinizse onu bulacaksınız, defteriniz açılacak ve kılınızı bile kıpırdatmadan sonuçlarını yaşayacaksınız. Hem de acı ve ıstıraba karşı koyma gücünüz de elinizden alınmış bir şekilde.. Bunun ne büyük bir dert ve azap olduğunu bir dakika düşünüp hayal edin, bir dakika için.. Düşünsenize, orada artık imanın, amelin, ibadetin ve daha da önemlisi TEVBE'nin işe yaramadığı bir noktadasınız. Ne yapabilirsiniz? HİÇ.. Kaçınılmaz olarak sonuçları alacaksınız. Peki iman edenler için ne değişiyor? Sadece inanarak bu deftere dünyada odaklanmış oluyorlar. Yani diyorsun ki "Yaptıklarımın bir sonucu olacak, o sebeple şunu yaparsam bu başıma gelir" vs. gibi.. Hani "kınadığın başına gelmeden ölmezsin" hadisi var ya.. Bu hadis iman edenler içindir. İman eden yaptıklarının sonucuna bu dünyada talip olur imanı ile adeta.. O sebeple en büyük dert ve çileler inananların başına gelir. Niye biliyor musunuz? İşte bu sistem dolayısı ile.. Sanıyoruz ki yukarıda tonton dede ve duygusal bir tanrı var. O tanrı bize arınalım diye bazı ayrıcalıklar tanıyor. Bu dünyada bizi sınıyor. Oysa sistem çok mekanik.. Hz. Rasulullah ve diğer Allah rasul ve nebileri inanılmaz bir sistem okumuş. Bu sistemi haber vermişler, ki ona imanın bize neyi davet edeceğini biliyorlardı. Defterimizi dünyada talep edecektik. Eğer ilahi bilgilendirme olmasaydı zaten gelecekti ama büyük bir kısmı ahirette gelecekti. İnanmadığımız için önümüze gelişi de gecikecekti. Ama orada önümüze gelince, yapılacak hiç bir şey yoktu. O sebeple dediler ki "Yaptıklarınızın bir sonucu olduğunu bilin ve yapmayın" Ama öte yandan kendimize engel olamayacağımızı ve yine de yapacağımızı biliyorlardı. Ve daha da önemlisi, önceki yaptıklarımızın sonuçlarını kaçınılmaz şekilde yaşayacağımızı da biliyorlardı. Buna inanmamızı sağlayarak cezayı dünyada davet etmemizi sağladılar. Defterimizi inanarak çektiğimizi bile bile.. Bunu açıkça seyredenler olduğunu biliyorum aranızda.. En büyük iman sahibi rasul ve nebiler, en büyük bela ve musibetler onların başına gelir.. NEDEN? Defteri davet meselesi arkadaşlar.. İnanın bana imanın ne kadar büyükse, defter o kadar çabuk önüne geliyor ve hesap o kadar çabuk görülüyor. Peki bundan kaçmak mümkün mü? HAYIR. Her şeyi bir yana koy ve bırak bu işleri.. "Ya ben iman ederek bunları adeta davet ediyorum, başım dertten kurtulmuyor. Neye inanırsam o oluyor" de ve bırak.. Ama bir kere inandın ya o seni bırakmaz biiir. Diyelim ki savdın defterini, öbür alemde ne yapacaksın? Şimdi savdığın o tarafta gelecek, ama bu dünyada gelseydi, karşı koyma meleklerin vardı, onu kabul edebilecek gücün vardı, ondan der alıp yapmama ve en azından ona tevbe edip bağışlanma şansın vardı. O tarafta bunların hiç biri yokken o cezayla (karşılıkla) burun buruna gelceksin. O sebeple rasu ve nebiler iş başında.. İnan ki burada idrak et, OKU, tevbe şansın varken et.. Eğer tevben kabul edilmese bile bu dünyada onun bedelini öde.. Çünkü burada bedelini (diyetini) ödemek ve temize çıkmak kolay.. Orada bu şansın da olmayacak.. Şeriatın da sebebi bu.. Hırsızlık yapanın elini kesiyorlar, diyetini ödedi diye sisteme tanıyorlar. Eğer öbür alemdeki karşılığını bilseydiniz, elinizin yanında kolunuzu ve bacağınızı da verirdiniz. O sebeple şeriat bir diyet sistemi mantığı güder. İman eden de günlük yaşamda iman etmeyenden daha çok sıkıntılara düçar olur. Çünkü defterini talep etmiş ve hesabının görülmesini inancıyla adeta talep etmiştir. İman etmeyenlere bakın, çoğu pek az sıkıntı çekerler. Firavuna baş ağrısı dahi verilmemiş, neden? İnancı yoktu zira, yaptıklarının karşılığını alacağına dair.. Böyle bir davet yapmadı ve defteri uzakta kaldı. Ama davet etmediği halde zorunlu olarak önüne geleceği gün (mahşer) o zaman yapabileceği bir şey yok..



İki genç kız kardeş vardı.. Yıllar önce bana sohbetimi dinlemeye gelirlerdi. İkisi de imam hatip lisesinde okurdu o zamanlar. Aradan sohbetlerle bilinçlendikleri yıllar geçti.. Sonra üniversiye girdiler. Bir arkadaşları da ilahiyat fak.tesine girdi. Benden dinlediklerini gidip ona anlatırlarmış. O da dinler ve ben de mi katılsam sohbetlerinize acaba diye düşünürmüş.. Onlar da demişler ki gel seni de götürelim.. Tamam demiş, ben bir düşüneyim, bu önemli bir karar. Zira ben dinle şekli olarak ilgiliyim. Derinlemesine ilgilenirsem ne olur diye düşünmem lazım. Bir kaç gün sonra bizim kızkardeşleri aramış.. Ve demiş ki.. "Ben vazgeçtim. Çünkü çevremde kimi gördüysem dinle çok fazla ilgili ve derinlemesine bu konulara giren, her birinin başı dertten kurtulmadı. Çok büyük sıkıntılara girdiler. Bunun bedeli büyük, o sebeple içine girmemeye karar verdim."



Bu olayı size şu sebeple anlattım. Söz konusu genç hanım olanla ilgili çok doğru bir şey OKU'du, ama yanlış hükme vardı. Çünkü zannetti ki, bu sıkıntılar dinle ilgileniyorlar diye geliyor, ama ilgilenmezlerse gelmez başlarına.. Evet, bu sıkıntılar dinle ilgileniyorlar diye geldi, ama ilgilenmeseler de gelecekti başlarına.. Sadece biraz daha geç ve işişten geçtikten sonra.. Kaçtığını zannetti, asla kaçamayacağını bilmeksizin. İman edenlerin bu dünyada talip olduklarının, ona öbür dünyada zorunlu yaşatılacağını bilmeksizin. İşte bu noktada çok hatalı bir hükme vardı. Ama ben hiç bir şey söylemedim ve "hazır olduğunda buyursun" dedim ve aradan yıllar geçti. Tabii şimdi ne durumda kimse bilen yok.. Sitede Mesnevihan Hayat Nur Artıran hanımın acı ve kederlerin hikmeti ile ilgili bir sohbeti var. O sohbette der ki Hayat Nur hanım, "Allah dostları acı v sıkıntıları *Bana ver, bana ver* derler. Biz bu kadar diyemeyiz belki, ama en azından geleni olgunlukla kabul edelim ve hayrını hikmetini bilelim" Şimdi, Hayat Nur hanım olaya arınma açısından yaklaşmış. Doğrudur, acı çekerek arınıyoruz. Yaptıklarımızın bedelini öderken, öte yandan arınıyoruz. Ama bazen aklınıza şöyle geldiği olmuyor mu? "Allah'ım arındım artık, biraz mola.." İşte bu gökteki tanrı inancının bizde devam ettiğini gösterir. Bu sözünün havada yankılanan ıslık olduğunu unutma.. Sözle olmaz, her şeyin bir sistemi var. Allah esmasına bağlı aşikar olan.. Bu defterin diyetini ödemekten sadece ve sadece, ancak ve ancak TEVBE ile kurtulabilirsin. Af dilemeyene af yok bedavadan.. Af dileyeceksin ki Ğafur, Rahim, Tevvab, Afüv aşikar olsun. Ama senaryoya bağlı olarak.. Sistem şifrelerini gireceksiniz. Af dileme şifre.. Arkadaşlar... Arınırsanız nefsinizden, mesuliyeti nefsinizle "ben yaptım ettim" diyerek davet etmediğiniz için, tüm günahlarınız affolur. Ama eğer hala nefsinizle iseniz, ACİLEN TEVBE etmeye başlayın. Her fırsatta ve en çok da başınız sık sık derde girdiğinde.. Sakın derdi savmaya kalkmayın, sadece ertelersiniz. TEVBE ile onu tamamen ortadan kaldırmaya çalışın. Yani şöyle:



"ALLAHIM, YA RABBİ, RABBİMİZ, BU DERDİ BAŞIMDAN AL, BENİ KURTAR"



Bu yalnış dua... DİKKAT! Çok önemli bir bilgi veriyorum, umarım anlaşılabilir. Böyle dua ederseniz, ertelenir. Çünkü kaçarı yok o sonucu alacaksınız, tevbe ve istiğfar etmediğiniz sürece.. Doğrusu şu:



"ALLAH'IM, YA RABBİ, RABBİMİZ, BU DERDE SEBEP OLAN BİLEREK VEYA BİLMEDEN İŞLEDİĞİM GÜNAHIMI AFFET, BENİ BAĞIŞLA VE BU DERTEN BENİ KURTAR!"



Ne demek istediğimi anlatabildiğimi umarım. Ehlullah'ın pek çoğu tüm duaların ilacı, tüm dertlerin devası tevbe ve istiğfardır derler. Bu konuyu araştırın ve haklı olduğumu göreceksiniz. Ama eğer kaderinizde arınmak varsa, bu dediğimin ne demek olduğunu anlasa dahi uygulayamayanlar olacaktır ve sıkıntı çekip arınmaya devam edecektir. Bu da olayın başka yüzü ve gerçeği...



Allah cümlemizin bilerek yada bilmeden işlediğimiz günahları affetsin ve bizi sıkıntı ve dertlerden kurtarsın.



AS.
NOT:Yazılarına çok değer verdiğim Ayşgül Samur kardeşimden alıntıdır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Arkadaşlar,
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Gül Nida :: İSLAMİ KONULAR :: Dua Köşesi-
Buraya geçin: