Gül Nida
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Gül Nida

Gülnida
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Ebu Bekir-i Sıddık (r.a)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
gülnida
Admin
gülnida


Mesaj Sayısı : 182
Kayıt tarihi : 08/01/09

Ebu Bekir-i Sıddık (r.a) Empty
MesajKonu: Ebu Bekir-i Sıddık (r.a)   Ebu Bekir-i Sıddık (r.a) Icon_minitimeSalı Haz. 30, 2009 1:02 am

Ebu Bekir-i Sıddık (r.a)
.Hz. Muhammed (s.a.s.)'in İslâm'ı tebliğe başlamasından sonra ilk iman eden hür erkeklerin; raşit halifelerin, aşere-i mübeşşerenin ilki. Câmiu'l Kur'an, es-Sıddîk, el-Atik lakaplarıyla bilinen büyük sahabi.

Hz. Ebû Bekir, Fil yılından iki sene birkaç ay sonra 571'de Mekke'de dünyaya gelmiş, güzel hasletlerle tanınmış ve iffetiyle şöhret bulmuştur. İçki içmek câhiliye döneminde çok yaygın bir âdet olduğu halde o hiç içmemiştir. O dönemde Mekke'nin ileri gelenlerinden olup Arapların nesep ve ahbâr ilimlerinde meşhur olmuştur. Kumaş ve elbise ticaretiyle meşgul olurdu; sermayesi kırk bin dirhemdi ki, bunun büyük bir kısmını İslâm için harcamıştır. Rasûlullah'a iman eden Ebû Bekir (r.a.) İslâm dâvetçiliğine başlamış, Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkas ve Talha b. Ubeydullah gibi İslâm'ın yücelmesinde büyük emekleri olan ilk müslümanların bir çoğu İslâm'ı onun dâvetiyle kabul etmişlerdir.

Hz. Ebû Bekir hayatı boyunca Rasûlullah'ın yanından ayrılmamış, çocukluğundan itibaren aralarında büyük bir dostluk kurulmuştur. Rasûlullah birçok hususlarda onun görüşünü tercih ederdi. Umûmî ve husûsî olan önemli işlerde ashâbıyla müşavere eden Peygamber (s.a.s.) bazı hususlarda özellikle Ebû Bekir'e danışırdı. (İbn Haldun, Mukaddime, 206). Araplar ona 'Peygamber'in veziri' derlerdi.

Teymoğulları kabilesi Mekke'de önemli bir yere sahipti. Ticaretle uğraşıyorlar, toplumsal temasları ve geniş kültürlülükleri ile tanınıyorlardı. Hz. Ebû Bekir'in babası Mekke eşrafındandı. Hz. Ebû Bekir, câhiliye döneminde de güzel ahlâkı ile tânınan, sevilen bir kişi idi. Mekke'de 'eşnak' diye bilinen kan diyeti ve kefalet ödenmesi işlerinin yürütülmesiyle görevliydi. Muhammed (s.a.s.) ile büyük bir dostlukları vardı. Sık sık buluşur, Allah'ın birliği, Mekke müşriklerinin durumu ve ticaret gibi konularda müşâvere ederlerdi. İkisi de câhiliye kültürüne karşıydılar, şiir yazmaz ve şiiri sevmezlerdi, daha ziyade tefekkür ederlerdi.

İslâm'ı Benimsemesi
Hz. Ebû Bekir, Hira dağından dönen Hz. Muhammed ile karşılaştığında, Rasûlullah (s.a.s.) ona, 'Allah'ın elçisi' olduğunu söyleyip 'Yaratan Rabbinin adıyla oku' (el-Alâk, 96/1) diye başlayan âyetleri bildirdiği zaman hemen ona: 'Allah'ın birliğine ve senin O'nun rasûlü olduğuna iman ettim' demiştir. Hz. Hatice'den sonra Rasûlullah'a ilk iman eden odur. Hz. Peygamber (s.a.s.) İslâm'ı tebliğinin ilk zamanlarında kiminle konuştuysa en azından bir tereddüt görmüş, ancak Ebû Bekir şeksiz ve tereddütsüz bir şekilde kabul etmiştir. Hatta Hz. Peygamber (s.a.s.), 'Bütün insanların imanı bir kefeye, Ebû Bekir'in ki bir kefeye konsa, onun imanı ağır basardı ' diye lâtif bir benzetme de yapmıştır. Mü'min Ebû Bekir, hayatının sonuna kadar tüm varlığını İslâm'a adamış, bütün hayırlı işlerde en başta gelmiştir.

Ebû Bekir Mekke döneminde güçlü kabilelere mensup kişileri İslâm'a kazandırmaya çalıştı, öte yandan müşriklerin işkencelerine maruz kalan güçsüzleri, köleleri korudu; servetini eziyet edilen köleleri satın alıp azad etmekte kullandı. Bilâl, Habbab, Lübeyne, Ebû Fukayhe, Amir, Zinnire, Nahdiye, Ümmü Ubeys bunlardandır. Kendisi de Mescid-i Haram'da müşriklerin saldırısına uğramıştı. Ebû Bekir, iman ettikten sonra İslâm'ı tebliğe gizli gizli devam ediyordu. Annesi, karısı Ümmü Ruman ve kızı Esma da iman etmiş, fakat oğulları Abdullah, Abdurrahman ve babası Ebû Kuhafe henüz iman etmemişlerdi. Osman b. Affan, Sa'd b. Ebî Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah gibi ilk müslümanları İslâm'a dâvet eden odur. Müşriklerin eziyetleri çoğalıp müslümanlara yapılan baskılar arttıktan sonra Hz. Peygamber Hz. Ebû Bekir'e de Habeşistan'a göç etmesini söylemiş ve Ebû Bekir yola çıkmış; ancak Berkü'l-Gımâd'da Mekke'nin ileri gelen kabilelerinden İbn Dugunne ile karşılaştığında İbn Dugunne onu himayesine aldığını ve Mekke'ye dönmesi gerektiğini belirterek, ikisi birlikte Mekke'ye dönmüşlerdir. Ancak şartlı olarak Ebû Bekir'i himayesine alan İbn Dugunne, Ebû Bekir'in açıktan açığa ibadet etmesi ve inancını yaymaya devam etmesi sebebiyle şartları yerine getirmediğini iddia ederek ona ibadetini gizli yapmasını söylediğinde Ebû Bekir, onun himayesine ihtiyacı olmadığını, zaten kendisine söz de vermediğini ifade etmişti: 'Senin himayeni sana iâde ediyorum. Bana Allah'ın himayesi yeter.' Böylece onüç yıl Mekke'de Rasûlullah'ın yanında kalan Hz. Ebû Bekir, Hz. Aişe'nin rivâyetine göre, Rasûlullah hicret emrini alıp Ebû Bekir'e gelerek ona beraberce hicret edeceklerini söyleyince Ebû Bekir sevinçten ağlamaya başlamıştı (İbn Hişâm, es-Sire, II, 485).

Hz. Peygamber'in bir gecede Mekke'den Kudüs'e oradan Sidretü'l Münteha'ya gittiği İsra ve Mirâc * hâdisesini duyan müşrikler bunu Hz. Ebû Bekir'e yetiştirdikleri zaman; 'O dediyse doğrudur.' demiştir. Bu sözünden sonra Ebu Bekir'e; ihlâslı, asla yalan söylemeyen, özü doğru, itikadında şüphe olmayan anlamında, 'Sıddık' lâkabı verildi. Kur'an tâbiriyle, 'O, ne iyi arkadaştı ' (en-Nisâ, 4/69) denilebilir.

İşte o 'Sıddîk' ile o 'Emîn', o iki arkadaş beraberce Sevr dağındaki mağaraya hareket ederek hicret etmişlerdir.

Hicreti

Sevr mağarasına ilk giren Hz. Ebû Bekir, (r.a.) mağarada keşif yaptıktan sonra Rasûlullah içeri girmiştir. Ebû Bekir'in kızı Esma yolda yemeleri için azıklarını hazırlamıştı. Onlar Mekke'den ayrılınca müşrikler her tarafa adamlarını yollayarak aramaya başladılar. Kureyş kabilesinin müşrikleri Ebû Cehil başkanlığında Esma'nın evini aradılar, hakaret edip dayak attılar.

Hz. Ebû Bekir (r.a.) hicret yolculuğuna çıkarken yanına bütün parasını almıştı. Buna rağmen kızı Esma onun nerede olduğunu, nereye gittiğini kâfirlere söylememiştir. İz süren Mekkeli müşrikler Sevr mağarasına kadar geldiler. Rasûlullah bu sırada Kur'ân'da anlatıldığı biçimde şöyle diyordu: 'Üzülme, Allah bizimledir' (et-Tevbe, 104/40). Nitekim Allah ona güven vermiş, göremedikleri askerleriyle onu desteklemiştir; Allah güçlüdür, hakimdir. Kâfirler tüm aramalara rağmen onları bulamadılar. Mağarada üç gün kaldıktan sonra Medine'ye yönelen Rasûlullah ile Ebû Bekir Kuba'ya vardılar.

Ebû Bekir mağarada kaldıkları günü şöyle anlatır: 'Rasûlullah (s.a.s.) ile beraber bir mağarada bulundum. Bir ara başımı kaldırıp baktım. O anda Kureyş casuslarının ayaklarını gördüm. Bunun üzerine, 'Ya Rasûlullah, bunlardan birkaçı gözünü aşağı eğse de baksa muhakkak bizi görür' dedim. O, 'Sus ya Ebû Bekir. İki yoldaş ki, Allah onların üçüncüsü ola, endişe edilir mi?' buyurdu.

Kuba'da üç gün kalan Rasûlullah ile Hz. Ebû Bekir nihayet Medine'ye vardılar. Medine'de Hz. Ebû Bekir humma hastalığına tutuldu. Hastalık ilerleyip yatağa düştüğünde Rasûlullah, 'Allah'ım Mekke'yi bize sevgili kıldığın gibi Medine'yi de bize sevgili kıl, hummayı bizden uzaklaştır' diye dua ettiği zaman Hz. Ebû Bekir ve hasta olan diğer sahâbîler iyileştiler. Bu aradâ Hz. Âişe ile Hz. Muhammed (s.â.s.)'in düğünleri yapıldı. Mescidi Nebî inşâ edildi. Masrafların bir kısmını Hz. Ebû Bekir karşıladı. Medine'de kardeşlik tesis edildiğinde Ebû Bekir'in kardeşliği Harise b. Zeyd oldu.


Hicretin 9. yılında Medine'de büyük bir kıtlık oldu. Bu arada Bizans İmparatoru, Şam'da Hicaz bölgesini istilâ etmek üzere büyük bir ordu hazırladı. Rasûlullah, bu orduya karşı İslâm ordusunu hazırlarken, kıtlık sebebiyle zorluklarla karşılaştı. Ebû Bekir malının hepsini bu ordunun hazırlanmasında kullandı. Onuncu yılda 'Vedâ Haccı'nda bulunan Allah'ın Rasûlü, onbirinci yılda hastalandı.

Hilâfeti

Hicrî onbirinci yılda hastalanan Rasûlullah (s.a.s.) 13 Rebiyülevvel Pazartesi günü (8 Haziran 632) vefât etti. Onun vefâtını duyan müslümanlar büyük bir üzüntüye kapıldılar ve ilk anda ne yapmaları gerektiğine karar veremediler. Ama o da bir ölümlüydü. Hz. Ömer, onun Hz. Musa gibi Rabbi ile buluşmaya gittiğini, O'nun için 'öldü' diyen olursa ellerini keseceğini söylüyordu. Ebû Bekir, Rasûlullah'ın iyi olduğu bir sırada ondan izin alarak kızının yanına gitmişti. Vefât haberini duyar duymaz hemen geldi, Rasûlullah'ı alnından öptü ve 'Babam ve anam sana fedâ olsun ya Rasûlullah. Ölümünde de yaşamındaki kadar güzelsin. Senin ölümünle peygamberlik son bulmuştur. Şânın ve şerefin o kadar büyük ki, üzerinde ağlamaktan münezzehsin. Yâ Muhammed, Rabbinin katında bizi unutma; hatırında olalım ...' dedi. Sonra dışarı çıkıp Ömer'i susturdu ve; 'Ey insanlar, Allah birdir, O'ndan başka ilâh yoktur, Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. Allah apaçık hakikattir. Muhammed'e kulluk eden varsa, bilsin ki o ölmüştür. Allah'a kulluk edenlere gelince, şüphesiz Allah diri, bâkî ve ebedîdir. Size Allah'ın şu buyruğunu hatırlatırım: 'Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Simdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse Allah'a hiçbir ziyan veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır' (Âl-u İmrân, 3/144). Allah'ın kitabı ve Rasûlullah'ın sünnetine sarılan doğruyu bulur, o ikisinin arasını ayıran sapıtır. Şeytan, peygamberimizin ölümü ile sizi aldatmasın, dininizden saptırmasın. Şeytanın size ulaşmasına fırsat vermeyiniz' (İbn Hişâm, es-Sire, IV, 335; Taberî, Târih, III, 197,198).


Kur'ân-ı Kerîm'in Toplanması, 'Mushaf''ın Meydana gelmesi

Hz. Ebû Bekir, Ridde harplerinde, vahiy kâtiplerinin ve kurrâ'nın birçoğunun şehid olması üzerine, Hz. Ömer'in Kur'ân'ın toplanması fikrine önce sıcak bakmamışsa da sonra ona hak vererek, Kur'ân âyetlerinin toplanmasını sağlamıştır. Rasûlullah zamanında peyderpey inen vahiy, kâtiplerce ceylan derilerine, beyaz taşlara, enli hurma dallarına yazıldığı gibi, ashâbın çoğu da Kur'ân hâfızı idi. Ancak, yazılı olan âyetler dağınıktı, kurrâ da azalınca Kur'ân'ın muhafazası hususunda endişe edildi. Ebû Bekir, Zeyd b. Sâbit'in başkanlığında bir heyet teşkil ederek, herkesin elindeki âyetleri getirmesini emretti. Ayrıca şâhitlerle âyetler doğrulanıyor, kurrâ' ile te'kid ediliyordu. Böylece bütün âyetler toplandı ve 'Mushaf' meydana getirildi. Bu Mushaf Ebû Bekir'den Ömer'e, ondan da kızı Hafsa'ya geçti ve Hz. Osman zamanında çoğaltılarak Dârü'l-İslam'ın bütün vilâyetlerine dağıtıldı.

Vefâtı

Hilâfeti iki sene üç ay gibi çok kısa bir müddet sürmesine rağmen Hz. Ebû Bekir zamanında İslâm devleti büyük bir gelişme göstermiştir. Hz. Ebû Bekir Hicrî 13. yılda Cemâziyelâhir ayının başında hicretten sonra Medine'de yakalandığı hastalığının ortaya çıkması üzerine yatağa düşünce yerine Ömer'in namaz kıldırmasını istedi. Ashâbla istişâre ederek Hz. Ömer'i halifeliğe uygun gördüğünü söyledi. Hz. Ömer'in sert ve kaba oluşu gibi bazı itirazlara cevap verdi ve hilâfet ahitnamesini Hz. Osman'a yazdırdı. Ebû Bekir (r.a.) de, çok sevdiği Rasûlullah gibi altmışüç yaşında vefât etti. Vasiyeti gereği Rasûlullah'ın yanına -omuz hizasında olarak- defnedildi. Böylece bu iki büyük insanın, iki büyük dostun, kabirlerinde de birliktelikleri devam etti.

Kişiliği ve Yönetimi

Tâcir olarak geniş bir kültüre sahip olan Hz. Ebû Bekir, dürüstlüğü ve takvâsı ile ashâb içinde ilk sırada yeralır. Karakteri; yumuşak huyluluk, çok düşünüp çok az konuşmak, tevâzu ile belirgindi. Hz. Âişe'nin rivâyetine göre, 'gözü yaşlı, gönlü hüzünlü, sesi zayıf' biri idi. Câhiliye döneminde müşrikler ona güvenir, diyet ve borç-alacak işlerinde onu hakem tanırlardı. Rasûlullah'ın en sadık dostu olan Ebû Bekir'in Mirâc olayında sergilediği sonsuz bağlılık örneği ona 'es-Sıddık' lâkabını kazandırmıştır. O bu olayda 'O ne söylüyorsa doğrudur' demiştir. Cömertlikte ondan üstünü de yoktur. Bütün malını mülkünü İslâm için harcamış, vefât ederken vasiyetinde, halifeliği müddetince aldığı maaşların, topraklarının satılarak iâde edilmesini istemiş ve geride bir deve, bir köleden başka birşey bırakmamıştır. Dört eşinden altı çocuğu olan Ebû Bekir, kızı Âişe'yi Rasûlullah ile hicretten sonra evlendirmiştir (Tabakat-ı İbn Sa'd, VI, 130 vd.; İbnu'l-Esir, II, 115 vd).

Hicret sırasında mağarada iken ayağını bir yılan soktuğunda ve ayağı acıdığında o sırada dizine yatıp uyumuş olan Peygamber'i uyandırmamak için sesini çıkarmaması, ağlarken Hz. Peygamber uyanıp ne olduğunu sorduğunda, 'Anam-babam sana fedâ olsun ya Rasûlullah' demesi olayı Ebû Bekir'in Rasûlullah'a olan bağlılığının örneklerinden sadece biridir. Hz. Ebû Bekir'in beyaz yüzlü, zayıf, doğan burunlu, sakallarını kına ve çivit otuyla boyayan sakin bir adam olduğu rivâyet edilir (İbnü'l Esir, el-Kâmil fi't-Târih, II, 419-420). Rasûlullah'tan sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebû Bekir'dir. O, Hz. Peygamber'in veziri, fetvâlarda en yakını idi. Rasûlullah'ın, 'İnsanlardan dost edinseydim, Ebû Bekir'i edinirdim' (Buhâri, Salât, 80: Müslim, Mesâcid, 38: İbn Mâce, Mukaddime, II) ve 'Herkeste iyiliklerimin karşılığı vardır, Ebû Bekir hariç' demesi ve son hutbesinde, 'Allah, kullarından birini dünya ile kendi katında olan şeyleri tercih hususunda serbest bıraktı; kul, Allah katında olanı tercih etti'' diye Ebû Bekir'i övmesi ve mescide açılan tüm kapıları kapattırıp yalnız Hz. Ebû Bekir'in kapısını açık bırakması ona verdiği değeri göstermektedir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://gulnida.benimforum.org
gülnida
Admin
gülnida


Mesaj Sayısı : 182
Kayıt tarihi : 08/01/09

Ebu Bekir-i Sıddık (r.a) Empty
MesajKonu: Geri: Ebu Bekir-i Sıddık (r.a)   Ebu Bekir-i Sıddık (r.a) Icon_minitimeSalı Haz. 30, 2009 1:07 am

Kaynaklarda onun, 'Ben ancak Rasûlullah'a tâbiyim, birtakım esaslar koyucu değilim' diye kararlarında çok titiz davrandığı zikredilir (Taberî, IV, 1845; İbn Sa'd, III, 183). Bir meseleyi hallederken önce Kur'ân'a bakar, bulamazsa Sünnet'te araştırır, orda da bulamazsa ashâbla istişâre eder ve ictihad ederdi. Ganimetin bölüşümü meselesinde Muhâcir-Ensâr eşitliği'nin ihtilâfa yol açmasında Ömer'in Muhâcirlere daha çok pay verilmesini savunmasına rağmen ganimeti eşit olarak bölüştürmüştür. O sebeple hilâfetinde huzursuzluk çıkmadı. Rasûlullah ve kendisi, bir mecliste bir anda verilen üç talâkı bir talâk saymışlar, bu daha sonra-birçok 'maslahat gereği' diye yapılan değişiklik gibi- üç talâk sayılmıştır. Yani Ebû Bekir, Rasûlullah'ın tüm uygulamalarını aynen tatbik etmek istemiş; bazen -kalpleri İslâm'a ısındırmak istenenlere toprak vermesi gibi- maslahat gereği veya zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesini söyleyen ashâbına uymuştur. Müslümanlar henüz otuzsekiz kişiyken Mekke'de Mescid-i Haram'da İslâm'ı tebliğ eden ve müşriklerce dövülen Ebû Bekir'e hilâfetinde 'Halifet-u Rasûlillah' denilmiş, sonraki halifelere ise 'Emîrü'l-Mü'minîn' denilmiştir. Mâlî işlerini Ebû Ubeyde, kadılık ve kazâ işlerini Hz. Ömer, kâtipliğini Zeyd b. Sâbit ve Hz. Ali, başkumandanlığını Üsâme ve Halid b. Velid yapmıştır. Medine Dârü'l-İslâm'ın başkenti olmuş, Mekke, Taif, San'a, Hadramevt, Havlan, Zebid, Rima, Cened, Necran, Cureş, Bahreyn vilâyetlere ayrılmıştır. Yönetimi merkezî olup, ganimetlerin beşte biri Beytü'l-Mal'de toplanmıştır.

Hz. EBÛ BEKİR-İ SIDDÎK (r.a)

Onu, yüceler yücesi âlemlerin yaratıcısı bizzat Allah Teâlâ övmüştür. Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de onu, “İkinin ikincisi, son Peygamber’in arkadaşı, takvâ yolunda en ileri olan kişi” diye tarif etmiş ve övmüştür.

“Eğer siz O’na yardım etmezseniz, ikinin ikincisi (iki kişiden biri) olduğu halde [Resûlullah (s.a.v) ve Hz. Ebû Bekir (r.a)] kâfirler onu Mekke’den çıkardıkları zaman Allah ona yardım etmişti. Hani onlar mağarada idiler. O zaman arkadaşına, ‘Üzülme Allah bizimle beraberdir’ diyordu.”(Tevbe 9/40.)

“Takvâ yolunda en ileri olan cehennemden korunacaktır. O malını verip temize çıktı. Ona göre sırf verdiğinden dolayı mükâfata layık kimse yoktur. Bu sebeple o, verdiğini yüce rabbinin hoşnutluğunu kazanmak için verir.”(Leyl 92/17-21.)

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a)...

Asıl ismi Abdullah... Tertemiz soyu, Peygamberimiz’in (s.a.v) altıncı batındaki dedesi Mürre b. Kâ‘b ile birleşir. Fil yılından iki yıl bir ay sonra dünyaya geldi.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) onun hakkında şöyle buyurdu:

“Ebû Bekir’in malı kadar hiçbir malın bize faydası dokunmamıştır.”(Buhârî, Salât, 80; Ahmed, el-Müsned, 2/18.)

“Ümmetimden cennete girecek ilk insan hiç şüphe yok ki Ebû Bekir’dir.”( Müslim, Salât, 152; Ebû Davud, Sünnet, 8.)

“Ebû Bekir’in arkadaşlığı kadar bana güven veren bir arkadaşlık ve onun malı kadar bana güvenli olan bir mal olmamıştır. Eğer rabbimin dışında kendime bir dost bulmak isteseydim, bu dost, Ebû Bekir olurdu. Ne var ki din kardeşliği de yeterli bir dostluktur.”(Buhârî, Fezâilü’s-Sahâbe, 3; Müslim, Menâkıb, 45; Tirmizî, Menâkıb, 15.)



Özellikleri Yüce Bir Dost

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a), erkekler arasında ilk müslüman olan kişi, müslümanlar arasında ilk defa, malının tamamını Allah yolunda harcayan insan, Allah Resûlü’ne gelen maddî zararı, müslümanlar arasında ilk defa karşılayan kişidir.

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a), İslâm tarihinde ilk halifedir, Kur’ân-ı Kerîm’i yazıldığı sayfalardan ve ezberleyen hafızlardan dinleyerek ilk defa kitap haline getiren, İslâm’da ilk kez hazineyi (beytülmal) kuran, Peygamber Efendimiz’den (s.a.v) sonra İslâm dininin en önemli ikinci ismidir.

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a), cennetlik müslümanların adı sayılırken, onun adı Peygamber Efendimiz’den hemen sonra gelen, Peygamber Efendimiz’le (s.a.v) Medine’ye göç eden en önemli ikinci müslümandır. Bu yüzden de kendisine Kur’ân-ı Kerîm’de “İkinin ikincisi” denilmiştir.

Evliyanın İmamı

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Medine’ye hicret ederken Hz. Ebû Bekir Efendimiz de (r.a) yanındaydı. O gün en zorlu bir dönemdi. O, geride kalan ümmeti düşünerek yaşananlara şahit oluyordu. Belki de bu yüzden tedirginlik yaşıyor ve yolculuk süresince her an, işte şimdi Kureyş müşrikleri bizi yakalayacak diye endişeleniyordu. Ama bir beşer olması münasebetiyle...

Ancak yüce Allah, Hz. Ebû Bekir Efendimiz’e, böylesi bir zamanda ne yapması gerektiğini Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) lisanından, vahiy olarak gelen şu ilâhî sözlerle kurtarmıştır:

“Üzülme, Allah bizimle beraberdir.”(Tevbe 9/40.)

İşte bundan sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v) meydana gelen korkunun, ancak Allah Teâlâ ile beraber olunduğu bilincine varılmasıyla giderileceğini ona öğretti. Hiç şüphesiz bu şeref, pek yüce bir ahlâkî özellikti. Onun yolunda yürüyen pek çok velî, insanın her an yüce Allah ile birlikte olmasına büyük önem verecekti. Zamanla bu özellik, velîlerin ıstılahında “murakabe” adını alacaktı.

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a), her an yüce Allah ile mânevî beraberliğine devam etmiş olmalı ki, gece namazlarına ısrarla devam ediyordu. Çünkü gecenin sessizliğinde bu hal, ona büyük bir haz verirdi.

İşte sâdât-ı kirâm efendilerimiz de onun bu güzel özelliğini kendilerine örnek almışlar ve Allah Teâlâ’yı gizlice zikretmişlerdir. Çünkü onların, müridlerine öğrettiği zikrin gayesi, insanı her an Allah ile beraber olmaya götürmektir. Onun için gizli zikri (zikr-i hafî) telkin etmektedirler.



Tefekkür Sahibi

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) takvâsının olgunluğu ve Allah sevgisinin çokluğundan dolayı yüce Allah’a çok yalvarırdı. O, tefekkürü bol ve ağlaması çok olan büyük bir sahâbiydi.

Sevgili Peygamberimiz’in hanımı olan kızı Âişe validemiz (r.a), onun hakkında şöyle diyor:

“Ebû Bekir (r.a) yüreği yufka bir kişiydi. Ne zaman Kur’ân-ı Kerîm’den âyetler okusa, göz yaşlarını tutamazdı.”

Bir defasında kendisine içinde bal bulunan bir su kâsesi sunuldu. Verilen bal şerbetine baktı; ağladı, ağladı... Etrafındakileri de ağlattı. Bir ara sustu. Yanındakiler de sustu. Bir müddet sonra Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) yine ağlamaya başladı. Bir türlü göz yaşlarına hâkim olamıyordu. O ağlayınca yanındakiler de ağlıyordu. İnsanlara mânevî coşku (vecd) hali gelmişti. Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) kendinden geçti ve bayıldı.

Bir süre sonra kendine gelince, yüzünü örtüsüne sildi. Etrafındakiler şöyle dedi:

“Seni bu kadar heyecanlandıran neydi? Hepimiz senin öldüğünü düşündük!...” Onlara şöyle dedi:

“Bir gün ben, Allah Resûlü Muhammed Mustafa Efendimiz’le (s.a.v) birlikteydim. Efendimiz (s.a.v) bir şeyi eliyle kendisinden uzaklaştırmaya çalışıyor ve, ‘Benden uzak dur!... Benden uzak dur!...’ diyordu. Ama onun ne olduğunu göremiyordum. Yanında ise hiç kimse yoktu. Daha sonra bu durumu kendisine sordum, bana şöyle buyurdu:

‘Dünya ve içindekiler bir şekle bürünüp bana göründü. Onu azarlayıp kendimden uzaklaştırdım. Ama o bana şöyle dedi: Sen benden kurtuldun, fakat senden sonra gelecek olan ümmetin bu dünyalık zevklerden kurtulamayacak.’

İşte ben, o bal şerbetini görünce, dünyalık bir zevke tamah ettiğimi düşündüm. Korktum ve ağladım.”(Bezzâr, el-Müsned, nr. 3618; Heysemî ez-Zevâid, 10/254.)

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) dünya ve âhiret işlerinde ciddi idi. Sınırı asla aşmazdı. Sahâbe-i kirâm arasında en isabetli görüşleri söylerdi. En güzel rüya yorumunu o yapardı. Ashab arasında sözleri, fiilleri ve değerlendirmesi en mükemmel olandı. İnsanlar arasında Allah’ı en iyi bilen ve Allah’tan en çok korkandı.

Yediklerinin ve içtiklerinin helâl olup olmamasına çok dikkat ederdi. Eğer şüpheli bir lokma ağzına götürmüş olsa, haram olduğunu anladığı esnada onu derhal çıkarırdı.

Bir gün Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) hizmetçisi, kendisine yemek getirmişti. Yemeğe başlayınca, hizmetçisi, “Efendim, daha önce sofraya her getirdiğim yemeği nereden, nasıl hazırladığımı soruyordunuz. Bugün hiç sormadınız” dedi. Hz. Ebû Bekir (r.a.), “Açlık onu sormamı bana unutturdu” dedi.

Ardından hizmetçisine, “Peki bunları nereden getirdin?” diye sordu. Hizmetçisi, “Efendim, ben müslüman olmadan önce sihir yapardım. Biri bana sihir yapmam karşılığında yemek vaad etmişti. Onlar, şimdi düğün yapıyorlar, bana da yemek ikram ettiler” dedi. Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a), “Bu, sihir karşılığında verilen bir yemek mi?” diye sordu ve istifra etti. Yanındakiler, “Ey Ebû Bekir! Bu haram değil, hırsızlık hiç değil. Bir lokma için niçin kendine bu kadar ıstırap ediyorsun?” dediler. Hz. Ebû Bekir (r.a) şöyle dedi:

“Eğer canım çıkma pahasına da olsa bu lokmayı çıkartırım. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v), ‘Haram yiyen her ceset, cehenneme daha lâyıktır ve yakındır’(Taberânî, el-Kebîr, nr. 5759; Ebû Nuaym, Hilye, 1/31; Süyûtî, Sagîr, 2/279.) buyurmuştur.”

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) başkaları tarafından övüldüğünü gördüğü zaman şöyle derdi:

“Ey Allahım! Nefsimi sen onlardan daha iyi bilirsin. Beni, onların düşündüğünden daha iyi duruma getir. Onların bilmediği hatalarımı bağışla. Onların, hakkımda söyledikleri övgülerden dolayı beni sorguya çekme.”



Güzel Sözlerinden Seçilenler

 Allah rızâsı gözetilmeyen işlerden, Allah yolunda harcanmayan maldan, cahilliğinden ötürü yumuşak huylu olamayan kişilerden ve Allah için yapacağı bir işte insanların kınamasından çekinen kimselerden hayır gelmez.

 Bir kimse Allah için nefsine kızarsa, yüce Allah o kişiyi nefsin hilelerinden korur.

 Övünmekten sakının. Topraktan gelip yine toprağa gidecek olanın, sonra böceklere yem olacak olanın övünmek neyine.

 Sonu cehennem olan bir iyilik, hayır sayılmaz. Sonu cennet olan kötülük de kötülük kabul edilmez.



Vefatı

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) bir gün hastalanınca ziyaretine gelenlerle arasında şu konuşma geçti. Gelenler,

“Sana doktor çağıralım mı?” diye sordu.

“Doktor beni gördü” dedi.

“Öyleyse sana ne tavsiye etti?” dediler.

“Rabbin dilediğini hakkıyla yapandır” dedi.(Hûd 11/107.)

Daha sonra yanına Hz. Ömer’i (r.a) çağırdı. Yaptığı sohbetle onu ağlattı. Ardından şöyle buyurdu:

“Eğer tavsiyelerimi tutarsan, senin için ölümden daha sevimli gelen bir şey olmaz. Nasıl olsa o, sana gelecektir. Şayet dediklerimi tutmazsan, senin için ölümden daha sevimsiz hiçbir şey olamaz. Ama sen, o sevimsiz gördüğünü yok edemezsin.”

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) daha sonra herkese şöyle dedi:

“Darlıkta ve yoklukta daima Allah’ı hatırlamanızı, O’ndan gereği gibi korkmanızı, lâyık olduğu şekilde O’nu yüceltmenizi ve bol bol O’ndan günahlarınızın affı için yalvarmanızı tavsiye ederim. Hiç şüpheniz olmasın, Allah’ın bağışlaması boldur. Allah’ın selâmı üzerinize olsun.”



Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a)...

21 Cemâziyelâhir 13 (22 Ağustos 634) tarihiydi. Akşam ile yatsı vakti arasıydı. Salı gecesi vefat etti. Vefat ettiğinde ise altmış üç yaşındaydı.




Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://gulnida.benimforum.org
 
Ebu Bekir-i Sıddık (r.a)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Gül Nida :: İSLAMİ KONULAR :: Aşere-i Mübeşşere-
Buraya geçin: