Gül Nida
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Gül Nida

Gülnida
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Allâh’ın Varlığını İspat Eden Deliller

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
gülnida
Admin
gülnida


Mesaj Sayısı : 182
Kayıt tarihi : 08/01/09

Allâh’ın Varlığını İspat Eden Deliller Empty
MesajKonu: Allâh’ın Varlığını İspat Eden Deliller   Allâh’ın Varlığını İspat Eden Deliller Icon_minitimePerş. Nis. 16, 2009 9:54 am

Allâh’ın Varlığını İspat Eden Deliller ALLAH_2

Allâh’ın Varlığını İspat Eden DelillerEskiden beri Allâh’ın varlığını ispat etme konusunda birçok îzahlar yapılmıştır. Bunlara “isbât-ı vâcib delilleri” diyoruz. Bugün de hem İslâm âlimleri, hem inanmış diğer bilgin ve düşünürler bu konuda, birçok eser yayınlamaktadır. Bu tür açıklamalar, gerçeği arama durumunda olanlara ışık tutabileceği gibi, inanmış olan kitlelerin de îmânını pekiştirir. İnkârcı cereyanların tesirlerinden korur, kendilerine, gerektiği yerde tezlerini savunma gücü verir. Örnek olması için bu tür delillerin birkaç tanesini alalım:

a) Tabii Delil (Fıtrat Delîli)Tabii delil veya fıtrat (yaratılış) delîlinden maksat şudur: İnsan yaratılış îtibâriyle inanan bir canlıdır. İnanmak onun zihin ve ruh muhtevâsında mevcuttur. İnsan zihninin kuruluşunda yaratıcıyı arama özelliği mevcut olduğu gibi, onun rûhunda yüce, kudretli bir varlığa sığınma duygusu, ona güvenme ihtiyâcı da vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de “fıtratullah” diye zikredilen ve değiştirilemeyeceği ifâde buyrulan özellik budur. Buna “fıtrat-ı ilâhiyye, fıtrat-ı selîme” de denilmektedir.
Târihen sâbit olduğuna göre, yeryüzündeki bütün insanlar, bütün milletler bu kâinatın, kudretli ve hikmetli bir yaratıcısının mevcût olduğundan şüphe etmemiştir. Bu insanların ırkları, memleketleri, görüş, din ve mezhepleri birbirinden farklı olmuştur. İnandıkları yaratıcının vasıflarında değişik, hatta birbirine zıt fikirler ileri sürmüşlerdir. Fakat O’nun varlığından şüphe etmemişlerdir. Kelâm ilminde buna “kabûl-i âmme delîli” denilmiştir. Ancak dıştan gelen olumsuz etkiler, beyin yıkama ameliyeleri, şahsiyeti henüz oluşmamış genç insanlar, toy ve câhil grupları, kararsız tipleri bu tabii halden ayırmış, inkâra sürüklemiştir. Bâzen de içten gelen baskılar, nefsânî arzular, şöhret, şehvet ve servet uğruna sapmalar olmuştur ve olmaktadır.
İnkârın en aşırı noktasına varmış bulunan bir kimsenin dahi büyük bir felâketle karşılaştığı zaman taşa, toprağa veya ağaca sığındığı görülmemiştir: Bu kimse yine Allâh’a sığınır, bildiği isim veya sıfatlarla yalnız O’na yalvarır. Nasıl ki, büyük bir tehlike ile karşılaşan insan kaçacak ve sığınacak bir yer arar ve nasıl ki, karnı acıkan bebek annesinin memesine tabii olarak koşarsa, insan da yaratanını arar, O’na sığınır.
“Çâresizin yalvarışlarına cevap veren, dertlerine derman olan, sizi yeryüzünde hükümran kılan kim?”

b) İlham DelîliAllâh’ın varlığını idrâk ve isbât etmek için, aklı kullanmak mümkün olduğu gibi, kalbe yönelmek de mümkündür. Daha çok tasavvuf erbâbının tercih ettiği kalb yoluna, keşif ve ilham metodu denilmiştir. Örtü ve perdeyi kaldırmak mânâsına gelen keşif, burada şu demektir: Bedenî ve rûhî güçlerini dünyâdan ayırıp, yüce âleme yöneltmek (riyâzet ve mücâhede), beşerî sıfatları ve bedenî kuvvetleri yok etmek sûretiyle gerçekle arasındaki perdeyi kaldırmak ve gerçeği doğrudan müşâhede edip tanımak. İlhâm ise normal bilgi vâsıtalarına başvurmaksızın insan kalbine Allah tarafından bırakılan bilgidir. Bu da çoğunlukla riyâzet ve mücâhede yoluyla elde edilebilir.
Sûfiyye’ye göre Allah Teâlâ’yı bilmek başka, tanımak başkadır. Akıl ancak istidlâl yoluyla, dolaylı bir şekilde bilir. Kalb ise keşif ve ilhâm yoluyla O’nu müşâhede etmiş gibi tanır. Sûfiyye’nin benimsediği ve modern psikologların da önem verdiği şahsî tecrübe yolu, şüphesiz ki Allâh’a götüren yollardan biridir. Yeter ki kişi bu yola girebilsin, bu tecrübeyi yapabilsin. Fakat öyle görünüyor ki Allâh’ı (c.c) kalb ile tanımak, daha ziyâde O’nu akıl ile bildikten, varlığını benimsedikten sonra mümkün olmaktadır. Bu durumda kalp metodu Allâh’a olan bağlılığı artıran, dindarlığı pekiştiren bir vâsıta olur.

c) Yaratılmışlık Delîli (Hudûs ve İmkân Delîli)Dünyâ devamlı bir “olmak-ölmek” değişimi içindedir. Bu, cansızlardan başlamak üzere bitkilere, hayvanlara ve insana doğru gittikçe hızlanan bir değişimdir. İnsan ve hayvan doğar, büyür, sonra ölür. Yerine türün başka fertleri geçer. Bitkiler de öyle. Hattâ cansızlar dediğimiz câmid varlıklar, dağ-taş, dere-tepe de değişmeye mahkûmdur. Yıldızlar, yıldız kümeleri, galaksiler bile “olmak-ölmek” kânûnun dışına çıkamaz. Demek ki kâinat yaratılmıştır, devamlı yaratılmaktadır. Her yaratma fiilinin bir fâili, her yaratılmışın bir yaratıcısı vardır. İnkârcı akımların tenkidinde gördüğümüz üzere, madde kendisinin yaratıcısı ve geliştiricisi olamaz. O halde yaratılmışların yaratıcısı Allah Teâlâ’dır.
Bekir Topaloğlu’nun burada kolay anlaşılması için, “yaratılmışlık” delîli diye isimlendirdiği bu delîli, İslâm târihi boyunca müslüman bilim ve fikir adamları, “hudûs ve imkân” delîli adıyla incelemişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de insanın kendi yaratılışını, yakın ve uzak çevresinin yaratışlını, kâinâtın (Kur’ân’ın ifâdesiyle göklerin ve yerin) yaratılışını konu edinen bir çok âyet vardır. Bu âyetler, insanı, kendi üzerinde ve dış dünyâ hakkında (sübjektif ve objektif âlemde) incelemeler yapmaya, düşünmeye dâvet etmektedir. Bu yolla Allâh’ın varlığı ve birliği isbât edilmektedir.
“Habîbim “göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” diye sor onlara. Sonra da: “Elbette Allah’tır” diye kendin cevap ver. Yine onlara de: Öyleyse O’nu bırakıp da kendilerine bile faydası ve zarârı dokunmayan şeyleri mi mâbud edindiniz? De ki: Kör olanla gözü gören bir olur mu, karanlıkla aydınlık bir sayılır mı hiç? Yoksa onların sahte mâbudları, Allâh’ın yarattığı gibi bir şey mi yaratmış da bu sebeple şaşırıp bunları Allâh’a ortak koşmuşlar? De ki: Her şeyi yaratan Allah’tır. Bir ve kâinâtın hâkimi olan sâdece O’dur.”
Fizik, kimya, astronomi gibi pozitif ilimlerle meşgul olan bilginler, madde üzerinde yaptıkları incelemeler sonunda maddenin, dolayısıyla tabiatın sonradan yaratıldığını tesbit etmişler, ayrıca, bugün mevcûd olan tabiat düzeninin bir gün bozulacağı kanaatine de varmışlardır. Her sonlu olan şeyin bir başlangıcı vardır. Başlangıcı olan şey yaratılmış demektir. Şüphesiz ki her yaratılmışın bir yaratıcısı mevcuttur. O da Allah Teâlâ’dır.

d) Nizam DelîliBu delîl daha çok “Gâye ve Nizam Delîli” olarak tanınır. Canlı cansız bütün varlıkların incelenmesinden şu netice çıkarılmıştır ki, her varlık hem yapılışı, hem iç fonksiyonları, hem de diğer varlıklarla olan münâsebeti bakımından hayret verici bir nizâma, bir düzenlemeye sâhiptir. Meselâ insan vücûdunu ele alalım. Bu teşkîl eden organlar, insanın ihtiyâcını yerine getirecek, onu tehlikelerden koruyacak ve hayatiyetini sürdürecek bir şekilde yapılmıştır. Öyle ki, bu organların birinin (mesela bir kazâ ile) kaybedilmesi hâlinde onu aynı kalite, fonksiyon ve dayanıklılıkta yeniden yapmak mümkün olmamaktadır. İlmin ve tekniğin bu kadar ilerlediği bir çağda, bütün dünya bilginleri bir araya gelse bile bundan âciz kalır. Peki, sayı ile ifâdesi mümkün olmayan bunca insan, hayvan, bitki ve cansız varlıkta görülen bu fevkalâde üstün san’atın sanatkârı kimdir? (Allah cc)
Üzerinde yaşadığımız tabiatın bu fevkalâdeliği, tâ milâttan önceki asırlardan îtibâren ilim ve fikir adamlarının dikkatini çekmiş, üzerinde birçok şey söylenmiştir. Irk ırk insanıyla, boy boy hayvanıyla, renk renk bitkisiyle, dağıyla, ovasıyla, nehriyle, deniziyle, ayı ve mehtabıyla, güneşiyle, yıldızıyla “kâinat” denen bu hârika, filozofu düşündürmüş, bilgini konuşturmuş, şâiri coşturmuş, sıradan insanın bile dikkatini çekmiştir.
Görülmüş ve tecrübe edilmiştir ki, karıncasından devesine, su kabarcığından gök kubbesine, sivrisineğinden yıldızına kadar her şey bütünüyle tabiat, belli bir plan, program ve gâyeye göre olmakta, oluşmakta, değişmekte ve yenileşmektedir. Aksaması, bozulması olmayan bu âhenk, bu nizam nasıl teşekkül etmiştir? Materyalistlere göre tesâdüfen olmuştur. Darwinistlere göre tekâmül yoluyla olmuştur. Pozitivistler “Bunu bilemeyiz” diyorlar.
Fureudistler de beriki görüşlerden herhangi birini benimsiyorlar. Doğrusu şu ki tabiatta, onun her parçasında, her zerresinde bir sebep-sonuç bağlantısı vardır. Her mahlûk, canlı cansız her varlık, bu varlıkların yapısını teşkil eden organlar ve üniteler belli fonksiyonları yerine getirmek gâyesiyle önceden planlı ve hesaplı olarak düzenlenmiştir.
Kuş, uçma işini gerçekleştirebilmesi gâyesiyle, kanatlı olarak yaratılmış, yılan sürünmeye elverişli bir yapıda şekillendirilmiştir. Hiçbir şey, hiçbir organ, hiçbir cihaz, hiçbir sistem plansız, gâyesiz, başıboş, gelişi güzel yaratılmamış veya meydana gelmemiştir. Tabiatta gâye, nizam ve hikmet hâkimdir.
Tabiatın şu andaki kuruluş ve işleyişini inceleyen pozitif ilimler ilerledikçe, gâye ve nizam delîli kuvvetlenmekte, îtibar kazanmaktadır. İlmin her buluşu Allâh’ın varlığı için bir delil teşkil eder. Büyük İslâm düşünürü İbn Rüşd, bundan sekiz asır önce, “Hikmet ve inâyet” diye isimlendirdiği gâye ve nizam delîli için şöyle demiştir: “Gören göz karşısında güneş ne kadar belirgin ise, bu delil de akıl karşısında o kadar belirgindir.”
Kur'ân-ı Kerîm’de gâye ve nizam delîli ile alâkalı çok âyet vardır. Öyle ki, on dört asır önce inen bu âyetlerin bir kısmının ifâde ettiği incelikler ancak bu asırda, pozitif ilimlerin ilerlediği çağımızda anlaşılabilmektedir. İlmin bundan sonraki ilerleyişiyle de elbet başka mânâlar keşfedilecektir. “İnanmayanlar bilmiyorlar mı ki, göklerle yer önceleri bitişik bir halde iken biz onları ayırdık, canlı olan her şeyi de sudan yarattık. Hâlâ inanmayacak mı onlar?”
Yine bu konuyla ilgili iki âyet meâli verelim: “Yeryüzünü uzatıp düzleyen, orada sağlam deliller yükselten, ırmaklar akıtan O’dur. Meyvelerin hepsinden kendilerinin içinde ikişer çift yaratan, geceyi gündüze bürüyen yine O’dur. Bütün bunlarda iyi düşünenler için kesin belgeler vardır.” “Yeryüzünde yan yana bulunan arâzi parçaları, üzüm bağları, ekinler, tek gövdeli, çatal gövdeli, dallı-budaklı hurmalıkları… vardır. Hepsi aynı sudan sulandığı halde biz onların yemişini birbirinden üstün kılıyoruz. muhakkak ki bunlarda aklını kullanan insanlar için ibretler vardır.”
Çağımızın bilgin ve düşünürleri, eserlerinde, Allâh’ın varlığını isbat eden birçok delil zikretmektedir. (Meselâ; John Clover Mousma’nın derlediği, dilimize “Niçin Allâh’a İnanıyoruz” adıyla çevrilen, ayrıca, A. Nevfel’in, Allah ve Modern İlim isimli eserlerinde güzel örnekler vardır.) Nizam delîline örnek olmak üzere bunlardan birini sunalım. Bu delil, Batı ilim dünyasında çok tanınan A.Cressy Morrison’a âid İnsan Kâinat ve Ötesi adlı kitaptan alınmıştır


Güzide.org
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://gulnida.benimforum.org
 
Allâh’ın Varlığını İspat Eden Deliller
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» ALLAH (CC)
» Allah (c.c)-İlah
» ALLAH'IN SIFATLARI
» Allah'u (c.c) Teala'nın İspatı
» ALLAH'ın 99 Güzel İsim ve Anlamları

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Gül Nida :: İSLAMİ KONULAR :: Rabbimiz . . .-
Buraya geçin: