Önemli müşteriler alışveriş edecekleri kişileri seçerler. Her müşterinin herkesle alışverişi olmaz. Her dükkâna girmezler. Peki ya "müşteri" Allah ise? İyi haber: Allah "müşteri" olduğunu söylüyor. Ama sadece "müminlere..." "Muhakkak ki, Allah müşteridir müminlere..." (Tevbe, 111) Allah, müminlerde satın almaya değer bir şeyler olduğunu söylüyor.
***
Her satıcı herkese satış yapmaz. Önemli satıcılar da müşterilerini seçerler. Her gelene muhatap olmazlar. Peki ya, müminler "satıcı"ysa, kimi kendilerine müşteri kabul ederler? Sadece Allah'adır müminlerin satışları... Allah müminleri satıcı olarak tarif ediyor. "Muhakkak ki Allah müminlerden satın almak ister..." (Tevbe, 111)
***
Müşterin Allah ise, sen de satıcı isen, müşterinden saklayacağın mal olur mu? Allah'a satmayıp da başkasına ayıracağın bir ürünün olur mu? En iyi kârı O verecekse, sattığın her şeyi alabilecekse, tezgâhına neyin varsa koyarsın değil mi? Neyin varsa. "Benim..." dediğin her şeye karşılık sana daha fazlasını, daha kalıcısını, daha güzelini verecekse "Müşteri", tezgâhın üzerine koyarsın her şeyini, değil mi? Tezgâhın berisinde bir şey bırakmayıncaya kadar yığarsın elindekileri. Ta ki yalnızca sen kalırsın tezgâhın berisinde. Satılanlardan geriye sadece "satıcı" kalır. Bir sen varsın satılmayan. Kendini niye satmayasın O'na? "Benim..." dediklerinden önce "Ben" dediğini de koymalısın tezgâha. Zaten öyle diyor O "Müşteri": "Allah satın almak ister müminlerden nefislerini ve mallarını..." Nefis: "Ben" diye/bildiğimiz. Mal: "Benim" diye/bildiğimiz. Yani, "Ben" diye bildiğimizi de "Benim" diyebildiklerimizi de O'na satıyoruz.
***
"Ben" diye bildiğimi satacağım müşteri bana "Ben"den fazlasını vermeli ki alışverişim kârlı olsun. "Benim" dediklerimi sattığım müşteri bana "benim" dediklerimden daha çoğunu vermeli ki, sattığıma değsin. Zaten, "Müşteri"m de, "...cennet karşılığı" istiyor "ben"i ve "benim" dediklerimi... O halde, cennet, "ben"i "ben"den çok eden yerdir. Demek ki, cennet "benim" diyebildiklerimin "benim..." diyebildiklerimden çok olduğu yerdir. (Tevbe, 111)
***
"Müşteri" Allah, benden canımı ve nefsimi satın almak istediğini beyan ediyor. Yani, bir müşteri-satıcı ilişkisi içinde, karşılığını fazlasıyla vermeyi vaat ettiği, satmayabileceğim seçeneğini de göz önünde tuttuğu nazik bir teklifte bulunuyor. Karşılığında daha çok kâr isteme hakkımı da saklı tutuyor. Satarken nazlanma payı da tanıyor bana. Mecbur tutmuyor, "istersen sat" diyor. Hiç karşılık sözü vermeksizin, "el koyuyor" değil. Oysa, "ben" dediğim canımı da, "benim" dediğim malımı da zaten "Müşteri"m bana vermişi. Hiç karşılıksız, hiç ummadığım halde ikram ettiğini de, sanki baştan beri benimmiş gibi, sanki ben hak etmişim gibi, nezaketle istiyor, satın almak istiyor. Ne ince bir Rabbâni nezaket... Ne tatlı bir Rahmanî iltifat...
***
Ben olanı da bende olanı da bana bırakıyor "Müşteri"m. "Ben"imi ve "bendeki"leri satınca, elimden almıyor. Ömür boyu elimde tutuyor. Üstelik, daha kârlı bir işletme vaat ediyor. O'nun adına işlettiğimde masraflarımı üstleniyor, kârlarını bana bırakıyor. "Nefis ve malını Allah'a satan" mümin olarak ömür boyu O'nun hoşnutluk dairesinde yaşıyorum. Rızkımı O veriyor. Nefesimi O ikram ediyor. Her nefeste kazandıklarımı bana bırakıyor. Hem daha çok kâr ediyorum, hem kârımın hepsi bana kalıyor.
***
Müşteri, zaten elimden çıkacak malı istiyor benden. Günden güne eskiyen bir bedeni satın alıyor. Her gün elimden çıkan, eksilen, kıymetten düşen mallarıma ummadığım değerler biçiyor. O'na satmazsam, "ben" bana kalmayacağım. O'na satmazsam, benim diye/bildiklerim "benim" olmaktan çıkacak. Çıkmasa da ben elimde tutamayacağım. Kim zaten değer kaybeden bir malı eşsiz bir değerle satın almak ister? Cevap: Allah! Kim ister istemez elinden çıkaracağı mala hiç elinden çıkmayacak, ebedî bir değerle alacak müşteri bulabilir? Cevap: Müminler!
***
"Öyleyse sevinin O'nunla böyle bir alışveriş yaptığınız için. İşte size büyük kâr." [Tevbe, 111]
s.demirci@zaman.com.tr